13 Haziran 2010 Pazar

lars von trier antichrist




Bir annenin çocuğu için hazırladığı günceye yazmak isteyebileceği türden bir film olduğu söylenemez ilk bakışta. Çünkü pekçok annelik yazıları ve yazışmaları bilinç üzerindendir ve anneliğin kutsanmışlığının vazgeçilmez maskesini kullanır. Oğlumu çok seviyorum, canım oğlum, biricik meleğim, tatlım,bugün bunu yaptı bugün şunu yaptı minvalinden akar gider bu yazılar ve yazışmalar. Öyle ki çocuksuz olanları ya yıldırır ya kaçırtır. Nedir o halde bu abartılı teşhirci sevginin altında yatan? Pek uzun zamandır aklımın bir köşesinde kıpır kıpır cevabını arıyor bu soru. İşte belki bu filmle cevabı değil ama cevaba giden yolda birşeyler yakaladım gibi.

Çok zor ve ağır bir film öyle elinizde patlamış mısırlar gülerek izleyebileceğiniz türden değil, önce zihinsel ve duygusal hazırlık şart ki biz bunu yapmıştık. Film müthiş bir açılış sahnesiyle başlıyor sonradan Handel in olduğunu öğrendiğim müzik eşliğinde son derece estetik ve pornoğrafik(tuhaf ama) görüntülerle birlikte 2-3 yaşlarında bir çocuğun pencereden düşerek ölümü. Bir çocuk kaybı anne için, kadın için olabilecek en hazin olay. Defalarca her annenin gözünün önünde belirmiş kabus görüntülerinden biri filmde gösterilen.Gündüz düşlerinde gece derin uyku kabuslarında bilinçaltından sızıp bizi irkilten bu görüntüler seçerek alıp izlediğimiz birbaşkasının düşü konumunda o halde belki biraz daha katlanılır ama hatırlatıcı. Özdeşim kuracağımız kahraman belli çocuğunu kaybetmiş anne sonrasında ağır bir travma olarak yaşıyor bu olayı yasını olagan sınırların ötesine taşıyarak aslında özdeşimimizi kolaylaştırıyor. Babalar için aynı şanstanındığı söylenemez filmdeki baba yasını yaşıyor bitiriyor ve kadının depresyonuyla ilgileniyor. Film boyunca Emin'in (eşimin) itirazları düşünülürse.(adam neden üzülmedi ki o kadar deyip durdu) Baba üzüntüsünü makul sınırlar içinde yaşıyor çünkü erkek tüm davranışlarıyla aklı temsil ediyor. Ölüm karşısındaki tavrımız üzüntü ve gözyaşı olabilir ama bu kadar belirsizliğe yer yok eğer olursa düzeltilir çünkü düzen devam etmelidir,sınırın ötesine geçilmemelidir. Burada sınırı geçen kadın dolayısıyla doğayla özdeş kılınan da. Düzeltmeye çalışan psikolog kimliğiyle erkek. Film ilerledikçe görüyoruz ki bu iş pek öyle kolay olmayacak hatta hiç olamayacak. Çünkü anneliğin maskesini sıyıran kadın hristiyan mitolojisinin de vurgusuyla kaostan aldığı güçle şeytansı bir hal alıyor.Kadın kötü olandır erkek iyi olandır gibi yüzeysel bir sonuç mu çıkarmalıyız bundan ? Öyle ya kadın çocuğuna ayakkabılarını ters giydirerek işkence etmiş, orgazmla aynı anda tam bir açık bilinçle olmasa da çocuğunun ölümünü izlemiş vs. Oysa sembollerle örülü film böyle bir okumayla pek anlaşılacak türden değil, doğrusu bir yazıya sığmayacak sembolik anlamlarla dolu. Ama kadınlığın öldürürken yaratan doğasının bilinçdışının ortaya serilmesiyle gösterilişi hayranlık uyandırıcı. Belki de bu serilen erkeğin bilinçdışı, kadının erkek için neden korkutucu olabileceğinin de göstergesidir.

Sonsuzca sergilemek istediğimiz anneliğimiz, maskelemek istediğimiz kadınlığımız, kendimizden korkumuzun ipuçları gibi sanki.

Söylenebilecek çok şey var daha, bir film vesilesiyle içe bakma denemelerine sonsuz olanak taşıması bir sanat yapıtı olduğunu kanıtlıyor ve dahası….

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder