4 Aralık 2010 Cumartesi

Bebeği kulağına yaklaştır

Bir deniz kabuğuymuşçasına

Asırların sesini duyarsın

Gelecek asırları öngören

Kim çözebilir bebeğin esrarını?

Ve hangisi daha yaşlıdır,

Dinleyici mi yoksa onun ufak ağırlığı mı?

Kucaklanan mı yoksa kucaklayan mı?

E.B. White

19 Temmuz 2010 Pazartesi



Bir hafta boyunca Nuray ve Asya bizdeydi Çınar ve Asya çok ama çok eğlendiler ve tabi biz de. Okula gittiler,havuza girdiler akşam bahçede arkadaşlarıyla oynadılar. Ayrılık vakti ise onlar için zordu tabi.

11 Temmuz 2010 Pazar

Adını güneş koydu

Çınarım bugün Mehtap'la konuşurken yeni bir isim seçti kendine. Güneş olsun benim adım dedi. Ne güzel bir isim buldu. Bugün güneş tutulması var üstelik. Güneşimiz sensin tabi benim minik oğlum.

7 Temmuz 2010 Çarşamba



O daha çok deneyimsiz ama her şeyi biliyor. Onları dinlemek ve inanmak gerektiğini bir kez daha anladım. Kötü bir deneyimle de olsa...!! Benim afacan oğlum okula gitmek istemiyordu ama ben kararlı ve tutarlı olmak adına onu istemediği ve sevmediği bir yere götürmekte ısrar ettim. Oysa onu tanıyordum oyun oynamayı arkadaşlığı çok seven bir çocuk o. Bana kendini kah düşsel kah gerçek yollarla anlatmaya çalışmıştı. Öğretmenlerden korktuğunu anlamıştım. Düşsel açıklamalarını redetmedim dahil oldum oyunlarına ama onları okumak yerine manipülatif davranıp okula gitmesinin araçları haline getirdim. Oysa o biliyordu oraya gitmemesi gerektiğini. Nihayet ben de anladım ve başka bir okula beraber gitmeye başladık. Şimdilik böcüğüm yeni okulu sevdi gibi görünüyor. "Yeni okul biraz korkunç biyer" dedi bana bu sabah" o zaman gitmeyelim ne dersin" dediğimde "hayır hiç korkunç değil aslında lütfen gidelim" diye karşılık verdi ve okula vardığımızda sevinçle "burası benim en sevdiğim okul" diye sevinçle çığlık attı. Çok hevesli ve mutlu görünüyor. Umarım devam eder.
Her ne sorun olursa çocuklarla ilgili bilmeliyiz ki kaynak onlar değil biziz onlar sadece ayna. AYNA

16 Haziran 2010 Çarşamba

Kitap

KREŞTEKİ YABANİ
Adam Phillips

Dünyaya ağlayarak geliriz. Büyümekse bir hayal kırıklığı sürecidir; yine de bir an önce büyümek isteriz, Büyüdükten sonra ise çocukluğumuzdaki yaşama sevincini özleriz... Çünkü çocuk soru soran, araştıran, merak eden, oyun oynayan, bir "haz yaratığı"dır; oysa büyüdükçe arzuları körelir, ilgileri azalır ve yetinmeyi bilen bir erişkine dönüşür. Çocuğun ilgi ve merakının özellikle cinsellikle ilgili olduğu, sorularından ve oyunlarından bellidir. Çocuk, cinselliği bilmek ister, büyüklerse başka bir şeyi, kültürü öğretmenin peşindedir. Psikanaliz bilinçdışını, içgüdüyü ve çocuğu kültürün karşısına koyarak onları neredeyse idealleştirir. Arzuların çocuğu geleceğe yönelttiği varsayılırsa, büyüme de hazların azaltılıp daraltılması olarak düşünülebilir. Demek ki çocuk büyüdükçe hep bir şeylerden feragat edecektir. Kreş çağındaki çocuk da toplumsallaşma adına kültüre ve dolayısıyla kültürün taşıyıcısı dile katılırken hiç vazgeçmek istemeyeceği bir şeyi bırakmak durumunda kalmış gibidir; ifadesiz benliğidir bu, dil öncesi benliği... "Ödipal çocuk" kendi cinsel araştırmalarına atılırken, sözcüklerin olmadığı, tutku dolu bir hayat vardır geride.

Bir an önce alıp okumalıyım!!!

13 Haziran 2010 Pazar




Anneliğe geri döndüm derin sorgulamalardan çıkıp. Nedense yazasım var bu gece. Sevgili bebeğimin hastalığından sözedesim var mesela. Burun tıkanıklığı, öksürük canı yanıyor belli. Pek birşey yapabildiğim söylenemez; soğuk algınlığı şurubu ve öksürük şurubu o kadar. Doktor okula gittiği sürece olacak dedi. Umarım o haklıdır ve ciddi birşeyi yoktur.

Minik böcüğüm hastalığını kabullenişin, metanetin beni hayran bırakıyor; öksürüğünü geçireceğini söylediğimiz ilaçları her defasında umutla içip "ama anne öksürüğüm geçmedi" demen hayalkırıklığıyla, bilsen nasıl beni üzüyor. Söz yarın seni okula göndermeyeceğim.

Yatarken kitabımızı okuduktan sonra yarın okula gitmeyip evde beraber günümüzü geçireceğimizi söyleyince nasıl da sevindi. Bugün onun için çok da yorucu oldu. Başka okul mümkün oluşumumuzun pikniğine gittik. Başlangıçta hoşuna gitti ama zaman geçtikçe hastalığının da etkisiyle sorun çıkarmaya başladı biz de erken dönmek zorunda kaldık. Yine de hoş birgündü güzel sohbetler ve güzel insanlarla...

lars von trier antichrist




Bir annenin çocuğu için hazırladığı günceye yazmak isteyebileceği türden bir film olduğu söylenemez ilk bakışta. Çünkü pekçok annelik yazıları ve yazışmaları bilinç üzerindendir ve anneliğin kutsanmışlığının vazgeçilmez maskesini kullanır. Oğlumu çok seviyorum, canım oğlum, biricik meleğim, tatlım,bugün bunu yaptı bugün şunu yaptı minvalinden akar gider bu yazılar ve yazışmalar. Öyle ki çocuksuz olanları ya yıldırır ya kaçırtır. Nedir o halde bu abartılı teşhirci sevginin altında yatan? Pek uzun zamandır aklımın bir köşesinde kıpır kıpır cevabını arıyor bu soru. İşte belki bu filmle cevabı değil ama cevaba giden yolda birşeyler yakaladım gibi.

Çok zor ve ağır bir film öyle elinizde patlamış mısırlar gülerek izleyebileceğiniz türden değil, önce zihinsel ve duygusal hazırlık şart ki biz bunu yapmıştık. Film müthiş bir açılış sahnesiyle başlıyor sonradan Handel in olduğunu öğrendiğim müzik eşliğinde son derece estetik ve pornoğrafik(tuhaf ama) görüntülerle birlikte 2-3 yaşlarında bir çocuğun pencereden düşerek ölümü. Bir çocuk kaybı anne için, kadın için olabilecek en hazin olay. Defalarca her annenin gözünün önünde belirmiş kabus görüntülerinden biri filmde gösterilen.Gündüz düşlerinde gece derin uyku kabuslarında bilinçaltından sızıp bizi irkilten bu görüntüler seçerek alıp izlediğimiz birbaşkasının düşü konumunda o halde belki biraz daha katlanılır ama hatırlatıcı. Özdeşim kuracağımız kahraman belli çocuğunu kaybetmiş anne sonrasında ağır bir travma olarak yaşıyor bu olayı yasını olagan sınırların ötesine taşıyarak aslında özdeşimimizi kolaylaştırıyor. Babalar için aynı şanstanındığı söylenemez filmdeki baba yasını yaşıyor bitiriyor ve kadının depresyonuyla ilgileniyor. Film boyunca Emin'in (eşimin) itirazları düşünülürse.(adam neden üzülmedi ki o kadar deyip durdu) Baba üzüntüsünü makul sınırlar içinde yaşıyor çünkü erkek tüm davranışlarıyla aklı temsil ediyor. Ölüm karşısındaki tavrımız üzüntü ve gözyaşı olabilir ama bu kadar belirsizliğe yer yok eğer olursa düzeltilir çünkü düzen devam etmelidir,sınırın ötesine geçilmemelidir. Burada sınırı geçen kadın dolayısıyla doğayla özdeş kılınan da. Düzeltmeye çalışan psikolog kimliğiyle erkek. Film ilerledikçe görüyoruz ki bu iş pek öyle kolay olmayacak hatta hiç olamayacak. Çünkü anneliğin maskesini sıyıran kadın hristiyan mitolojisinin de vurgusuyla kaostan aldığı güçle şeytansı bir hal alıyor.Kadın kötü olandır erkek iyi olandır gibi yüzeysel bir sonuç mu çıkarmalıyız bundan ? Öyle ya kadın çocuğuna ayakkabılarını ters giydirerek işkence etmiş, orgazmla aynı anda tam bir açık bilinçle olmasa da çocuğunun ölümünü izlemiş vs. Oysa sembollerle örülü film böyle bir okumayla pek anlaşılacak türden değil, doğrusu bir yazıya sığmayacak sembolik anlamlarla dolu. Ama kadınlığın öldürürken yaratan doğasının bilinçdışının ortaya serilmesiyle gösterilişi hayranlık uyandırıcı. Belki de bu serilen erkeğin bilinçdışı, kadının erkek için neden korkutucu olabileceğinin de göstergesidir.

Sonsuzca sergilemek istediğimiz anneliğimiz, maskelemek istediğimiz kadınlığımız, kendimizden korkumuzun ipuçları gibi sanki.

Söylenebilecek çok şey var daha, bir film vesilesiyle içe bakma denemelerine sonsuz olanak taşıması bir sanat yapıtı olduğunu kanıtlıyor ve dahası….

5 Haziran 2010 Cumartesi

İşte bu gülen yüz beni bağlayan böyle içten böyle gerçek. Aşk bu olsa gerek ,nice zamanlar kalbim aşktan çarpmıştı ama bu farklı diyorum kendime. Çünkü çok korkuyorum. Tümüyle bana bağlı miniminnacık böcüğüme bir şey olur diye.
Bugün Asya'nın anaokulu yılsonu gösterisine gittik (Asya Nuray'ın kızı ve Çınarımın arkadaşı) çok memnun kalmadı Çınarım çünkü migrofonla kapalı alanda bağırılmasından hoşlanmıyor yüksek sesler onu rahatsız ediyor. Gitmek üzere evden çıktığımızda komşunun bebeğini gördük onu da götürelim mi dedim hayır o tiyatrodan korkabilir dedi kendi duygusunu bu yolla ifade etti. Neyse ki gösterinin her bölümünde bağırmadılar da birkısmını izleyebildik. Asyacık harikaydı doğrusu hepimiz onunla gurur duyduk. Nasıl sahneye alışkın ve hevesli bir hali vardı. Kendini sergileme arzusu umarım bir sanat dalıyla tatmin olur gelecekte.

2 Haziran 2010 Çarşamba

Yaşamın ve çalışmanın temel amacı, kişinin başlangıçta olmadığı kişi olmasıdır.
M.Foucault

1 Haziran 2010 Salı

okula gitmek istemiyor

Çınarım yaklaşık bir aydır tam gün anaokuluna gidiyor. Önceleri oyun grubuna gidiyordu ve diğer zamanlar ben işe gittiğimde Sakine teyzemiz yanında kalıyordu artık 2.5 yaşında oldu ve okula tam gün gidebilir diye düşündüm. Fakat tam güne başladıktan sonra okul sevgisi azaldı gitmek istemiyor. Her gün çeşitli fantaziler uydurarak götürmemi engellemeye çalışıyor. Gittiğimizde kapıda ağlıyor. Neden olarak öne sürdüğü hayaller oldukça ilginç. Örneğin bugün okulun çatısında bir ayı olduğunu iddia etti ondan korkuyormuş. Ayı filan yok demedim tabi. Onu anlayıp inandığımı gösteren cümleler kurdum. Demek okulun binasının tepesinde bir ayı var, sen de ondan korkuyorsun dedim. Kafasını salladı. Acaba ne yapabiliriz dedim. İstersen gidip ayıya birlikte bakalım. Gülerek seni yaramaz ayı ne işin var burada derim ona o da gider olur mu dedim o da olur dedi. Giyinmeye direniyorken okula gitmek için hevesle giyindi. Sonra tekrar ama okulun binasının tepesinde ayı var ben gitmek istemiyorum dedi. Ben de hımmm diyerek düşünce pozisyonu aldım. Ayılar ne sever diye sordum o da bal diye bağırdı o zaman ayıcığa bal götürelim mi bizimle o zaman arkadaş olabilir dedim. Bu fikri çok beğendi. Benim balım var yarısını ona verebilirim dedi. Sevinçle bal kutusunu aldık. Yetinmedi en sevdiği yap bozunu da ayıya götürmeye karar verdi. Elimizde bal ve yapbozla yola çıktık. Okula yaklaştığımızda okulun çatısına bakarak anne ayı gitmiş dedi. Gülmemek için kendimi zor tuttum. Demek ki gerçeklikle bağını böyle kurdu ne güzel diye düşündüm. Bal ve yap boz elimizde kaldı. O okula girdi ben bal ve yapbozla döndüm :) Bu anektot çocukları anlama konusunda annenin de eğlenerek katıldığı bir oyun, eğer ben ona hayır ayı filan yok deseydim hatta yumuşak bir şekilde canım oğlum çatıda ayı olmaz ayılar ormanda olur sen korkma deseydim direnci devam edecek mutsuz haykırışlarla okula gitmek zorunda kalacaktı.
Gelelim okula gitmek istemeyişinin gerçek nedenine birçok tahminim var doğrusu ama bunlar sadece tahmin bence esas olan onların ara oyun gerçeklikleriyle kendi gerçekliğimiz arasında köprü kuracak yaratıcılığa izin vermemiz. Elbette her zaman mükemmel olamıyoruz ama zihni ve duyguları durmaksızın eğitmeyi seçmişsek hayat anlayışı olarak mükemmel değil ama güzel olanı yapmamız mümkün.

29 Mayıs 2010 Cumartesi

Özlem in(yeğenim ) önerisiyle benim de artık bir blogum var. Devam ettirebilir miyim bilmiyorum, ama başka kişilerin okuyacağını bilerek birşeyler yazmak kimsenin okumayacağı metinler yazmaktan galiba daha kolay.Bu kolaylık keyfinden geliyor. Keyifli çünkü sesini başkaları duyacak gelişigüzel ortalıkta seslenmek gibi, artık kim duyarsa...Bunda bir hikmet vardır Çınarımda olduğu gibi. Oğlumun adı Hikmet Çınar. Hikmet dede adı değil yanlış anlaşılmasın hiç bir aile büyüğünün ismi değil ben koydum bu ismi, benden bir parça hep onda yaşasın diye; çocuk yapışımız da bundan değil mi?O halde benden bir parça neden Hikmet? Öyle ya bu tozlu ve sararmış ismi hangi tavan arasından çıkardım? Belleğimin bir roman sayfasından, hocamın felsefi söyleminden, şairin ismindeki efsundan anlamının düşmek istediğim derinliğinden hepsinden damıtıp taşıdım oğluma işte. O da belki düşer diye peşine kendinin kendinin hikmetin kimbilir?????Çınar ortak kararımızdı babasıyla. Oldu mu çok mu ağır oldu? Kızar mı bize bu büyüyünce bu yük neden diye? Bilmiyorum. Ama biz sevdik bu isimleri, iktidarımız esas değil mi şimdilik tadını çıkaralım:)

28 Mayıs 2010 Cuma